Sürekli olarak kütüphanesi ve ansiklopedileri, dil kitapları ile kendini geliştirmesi, dansı ve güzel içkileri, sohbeti sevmesi onu bir yaşam artisti haline getirmektedir. Paris, Berlin, Viyana ve Sofia’da bulunmuş olmak, ileri uygar toplumların yaşayış stilini yakından görmek, Mustafa Kemal’de büyük bir imrenmeyle beraber, bu toplumların seviyesini Türkiye’de aşma arzusu yaratmıştır. Dolayısıyla Alman şehirci Jantsen’i getirterek Ankara’ya çağdaş bir görünüm veren M. Kemal, ayrıca daha Cumhuriyet’in ilanından bile önce, 1 Mart 1923′de bu konuda hedeflerini ortaya koymuştur: “Vatanın önemli merkezlerinde modern kitaplıklar, konservatuvarlar, müzeler, güzel sanatlar sergileri kurmak, bütün ülkeyi basımevleri ile donatmak”.


Bu önemli karar lafta kalmadı ve uygulamaya hemen geçildi. Sonucunda da 1923′de Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi kuruldu, bunu Antalya, Bursa ve Edirne Arkeoloji müzeleri izledi. 1 Nisan 1924, Topkapı Sarayı eşyaları ile müzeye çevrildi. 24 Kasım 1934′de Ayasofya, 1925′de Eski Şark Eserleri Müzesi, 1926′da Konya Mevlana, Tokat, Amasra ve Sinop Müzeleri, 1927′de İslam Eserleri Müzesi, İzmir, Sivas, 1929′da Kayseri, 1931′de Afyon Müzesi, 1934′de Efes, Diyarbakır, 1935′de Manisa, Silifke, Isparta, 1937′de Dolmabahçe Sarayı’nın bir bölümü Resim ve Heykel Müzesi olarak düzenlendi. Oldukça tutucu bir yapıda olan o günkü toplum yapısını çağdaşlaştırmaya gayret ettiği günlerde, ilk meclisinde bir hoca mebus “Bu asri kelimesi ne demektir?” diye sorunca, reis yerinde bulunan Mustafa Kemal “Adam olmak demektir hocam, adam olmak” der.

 

Birçok ressamla tanışmış, onlarla yakın dostluklar kurmuştur. “Büyük Sanatçı” olarak nitelediği İbrahim Çallı’yı defalarca sofrasına davet etmiştir. Mihri Müşfik hanım ise, en sevdiği portresini yapan ressamdır.

M. Kemal sanatçının neyi nasıl yapması veya yapmaması konusunda hiçbir baskı veya tavır koymaz. Onun kafasındaki sanatçı, tabii ki dokunulmazlığı olan ve her şeyden önce özgür olan bir yapıdadır. Bir istisna anektodu ise şudur: Bir Yunanlı’nın göğsüne süngüsünü saplayan Mehmetçik’i betimleyen bir tablonun kendisine gönderilmesi üzerine “Kapatın ve kaldırın şunu… Ne iğrenç bir manzara, gönderenin şaşarım aklı perişanına” diye tepki gösterir. O bir sanat eserinin bile uluslararası dostluklara ve barış kavramına karşı gelmesine müsamaha gösteremeyecek kadar temiz ve tutarlı bir çizgide kalacaktır.

Cumhuriyet’in 10. Yılı’nda Anadolu’ya “Yurt Gezileri” adı altında ressamlar gönderilir. Yapılan resimler, Ulus’ta 1947 yılında yanan Eski Maarif Vekaleti binasının çatı katında “Türk İnkılap Sergisi” adı altında sergilenir. Açılışı bizzat kendi yapar. Saatlerce sergide kalır. Tüm resimleri dikkatle inceler. Sergide Çallı İbrahim de vardır. O’na “Efe hiç böyle örtü üzerine oturur mu” ya da “Nerede bu üçünün (efelerin) atları?” gibi sorular yöneltir. Aslında sanatçıların işlerine hiç karışmaz.[3] Amaç, onların şevkle çalışmasıdır. Sergilerdeki yapıtların alınması için çevresine önerilerde bulunur.